25 Aralık 2015 Cuma

ÇELİK İRADE

Neymiş #ofotografinhikayesi : 

 Bugün 1960'a gideceğiz... Tarihe adını yazdırmış Thick Quang Duc ve onun ses getiren ölümü.

 Aslında rahibin yaktığı kendi değil, etrafındaki her türlü yasağa, ıstıraba haksızlığa uğrayıp ses çıkaramayanlar. En sessiz şekilde ama koca koca alevler arasında can veriyor Duc... 

 Bir insanin inancı adına yapabileceği en büyük fedakarlığı yapmış, bunu çelik gibi bir irade ile birleştirmiş ve sonunda da bir diktatörlüğün yıkılmasını sağlamış. 

 Takvimler 11 Haziran 1963'ü gösterdiğinde Thick Quang Duc, Güney Vietnam hükümetinin din adamlarına yaptığı baskı ve eziyetlere dayanamamış, protesto etmek için Saigon'un işlek caddesine gitmiş. İki öğrencisiyle birlikte yolun ortasında durup arabadan usulca inerek yere oturmuş. Öğrencilerinden üzerine benzin döküp kendisini yakmalarını istemiş ve bunu gerçekleştirmiş. Görgü tanıklarının ifadesine göre Duc, yandığı an hiç kıpırdamamış, ses çıkarmamış. Peki kimmiş bu Duc;

 Vạn Ninh bölgesindeki Hội Khánh köyünde dünyaya gelmiş. Asıl adı Lâm Văn Tức'muş.. Yedi yaşında dünyevi işleri bırakıp, dayısı ve ruhani lideri olan Thích Hoằng Thâm'ın rehberliğinde Budizm felsefesi ve doktrini üzerine kafa yormaya başlamış. Yirmi yaşında Thích Quảng Đức ismiyle rahiplik unvanını almış, sonrasında Ninh Hòa yakınlarındaki bir dağda inzivaya çekilip üç yıl burada Budizm'le iç içe bir hayat sürmüş. 

 Üç yıl süren münzevilikten sonra tekrar insanların arasına karışmış. Dharma felsefesini yaymak üzere tüm Vietnam'ın farklı bölgelerine seyahatler düzenlemiş. 1932 yılında Budist Meclisi'ne müfettiş olarak atanmış. Daha sonra doğum yeri olan Hội Khánh' a geçip buradaki keşişleri eğitme görevini üstlenmiş. Burada kaldığı süre içerisinde 14 farklı tapınak inşasının sorumluluğunu almış 1934 yılında Budizm'i insanlara anlatıp bu öğretiyi yaymak üzere Güney Vietnam'a gitmiş. Ardından Kamboçya'ya geçip, 2 yıl burada yaşamış. Güney Vietnam'a döndükten sonra, 17 yeni tapınağın inşasında görev almış. Saikon yakınlarındaki Gia Dinh eyaletinde bulunan Phú Nhuận bölgesine, 31 tapınağın sonuncusu olan Quán Thế Âmtapınağını inşa etmiş. Tapınağın bulunduğu caddeye Thich Quang Duc ismi verilmiş.


 Fotoğraf bir yüzü parlak, kalın kağıda basılan görüntü değildir sadece, her fotoğrafın kendi hikayesi vardır. Bir sonraki hikayeye...

24 Aralık 2015 Perşembe

GÜZEL-mi-ÖLÜM

Neymiş #ofotografinhikayesi :

 Evelyn McHale; Empire State binasının 86. katından aşağıya atlayan asıl kadınımız. Tarihin en güzel ölümü diyorlar onunkine. Ben ise "hangi ölüm güzeldir ki, ya da öldükten sonra ne anlamı var ki"? diye düşünenlerdenim.

 Fotoğrafı gören çoğu insan eminim ki, bunun bir ölüm haberi fotoğrafı değil de, bir katalog çekimi fotoğrafı olduğunu sanıyordur. Çünkü Evelyn, sanki bir arabanın üzerine düşüp, bedenini paramparça etmemiş de hurdalıkta bir arabanın üzerine yatmış uyuyan bir kadın gibi görünüyor. 

 1 Mayıs 1947'de asansöre binip Empire State Binası’nın 86. katındaki gözlem platformuna çıkıyor. Kendisiyle Manhattan sokakları arasında ufak bir parmaklık, minik bir çıkıntı ve 300 metre var. Evelyn ceketini çıkarıyor ve parmaklığa asıyor. Cüzdanını ve içinde aile fotoğrafları olan makyaj çantasını yere koyuyor. İnci kolyesine bir tılsım gibi tutunan Evelyn McHale kendini boşluğa bırakıyor ve bir arabanın üstüne düşüyor. 

Düşüş hızıyla ikiye ayırdığı arabanın üzerinde poz verirmişcesine yatması onun intiharını özel kılıyor. 

 Yaklaşık 250 metreden atlayıp hayatını kaybetmesine rağmen burnu bile kanamamış gözüküyor. Fotoğrafına bakanlar masum ve huzurlu yüzünü görünce cennete gittiğini düşünmüşler. Bir insanın bir arabayı parçalayacak şiddette düşmesi ve hiç bir yerinin kanamaması fazlasıyla tuhaf... 

 Zannediyorum ki, burnunun kanamaması fotoğrafın düştükten hemen sonra çekilmesinden kaynaklı. Kanama daha sonra olmuştur büyük ihtimalle. Yoksa vücudunda kırılmadık kemik ve parçalanmadık organ kaldığını düşünmüyorum.

 Evelyn intihar mektubunda ise şöyle yazmış: 

 "Ailemin içinden veya dışından hiç kimsenin hiç bir parçamı görmesini istemiyorum. Lütfen bedenimi yakarak yok edin. Size ve aileme yalvarıyorum, benim için tören veya anma düzenlemeyin. Nişanlım haziranda evlenmeyi teklif etti. Ben kimse için iyi bir eş olabileceğimi düşünmüyorum. O benden çok daha iyi birisi. Babama söyleyin annemle çok fazla ortak yönümüz var."

 Son cümlesine bakıldığında, belli ki intihar sebebi yalnızca babası tarafından biliniyor. 


 Fotoğraf; bir yüzü parlak, kalın kağıda basılan görüntü değildir sadece, her fotoğrafın kendi hikayesi vardır. Bir sonraki hikayeye...

23 Aralık 2015 Çarşamba

ALTIN MUTLULUK

Neymiş #ofotografinhikayesi: 

  Bugün benim daha önce hiç görmediğim -belki sizlerin gördüğü- bir fotoğrafı anlatacağım sizlere. Gördüğümde bende bir hayli merak uyandırmıştı bu fotoğraf. Ama hikayesini öğrendiğimde içimdeki merak duygusu, korkunç bir üzüntüye bıraktı yerini. Buyurun neymiş öğrenelim... 
 Vietnam Savaşı'nda kullanılan Napalm Bombası'nın vücudunu yakmasından dolayı 'Kaçan Çıplak Kız' bu savaşın ikonik simgesi haline gelmiş. 

 Kim Phuc, 1963 yılında, Saygon'un kuzeyinde bir köyde doğan Vietnam vatandaşı. 1972'de dünyanın gözünü Vietnam Savaşı'na çeviren ünlü fotoğraftaki kız. Adı Vietnamca Altın Mutluluk anlamına geliyormuş. Bu küçük kız 1963-1973 yılları arasında ne yazık ki Vietnam Savaşı'nı tüm acısıyla yaşamış. Kim Phuc sadece acısını yaşamakla kalmamış aynı zamanda bu savaşın izlerini vücudunda taşımış. Çünkü savaşta kullanılan Napalm Bombasının korkunç derece yakıcı özelliği buluyormuş. Hatta fotoğrafı çeken kişi, bir sözünde "Napalm hayal edebileceğiniz en korkunç silahtır. Su 100 derecede kaynar, napalm 800-1200 derece sıcaklık üretir." demiş. 

 Bombardıman sonrası sağ kalan çocuklar, elbiseleri, saçları, vücutları yanık içinde çığlıklar atarak kaçışırken, foto-muhabiri Nick Ut kendisine Pulitzer Ödülünü getirecek olan kareyi çekmiş. 

 "Kim çok kötü görünüyordu, öleceğini düşündüm. O gün, pek çok fotoğraf çekmiştim ve kasabadan ayrılmak üzereydim. Tam o sırada iki uçak gördüm. Her iki uçak da dörder tane napalm bombası attı. Beş dakika sonra yardım çığlıkları atan insanlar koşmaya, kaçmaya başladılar. Kim beni gördüğü anda, Vietnamca, Bana su verin, yanıyorum, kavruluyorum. diye bağırmaya başladı. Ona biraz su verdim ve yardım edeceğimi söyledim. Arabama alıp yaklaşık 15 kilometre ötedeki hastaneye götürdüm. Hastane ölen ya da ölmek üzere olan Vietnamlılarla, askerlerle doluydu. Kimse çocuklarla ilgilenmiyordu. Gazeteci olduğumu söyledim. Kim'in ölmesini istemediğimi haykırdım. Yardım ettiler."

 İkonik fotoğrafın kahramanı Kim Phuc 1990 yılında Kanada'ya yerleşmiş ve şuan 52 yaşındaymış. Phuc, kendi adıyla kurulan vakıfta yönetim kurulu üyesi ve savaş karşıtı organizasyonlarını yönetiyormuş. Tesadüfdür ki onun vücudundaki yara izlerine neden olan bombayı kullanan ülke ABD imiş. Şimdi onun yara izlerini lazer tedavisiyle silecek olan ülke yine ABD.


 Fotoğraf; bir yüzlü parlak, kalın kağıda basılan görüntü değildir sadece, her fotoğrafın kendi hikayesi vardır. Bir sonraki hikayeye...

22 Aralık 2015 Salı

V-J DAY

Neymiş #ofotografinhikayesi: 

 Çoğumuzun hikayesini bilmemesine rağmen sıkça karşılaştığı o fotoğraftan bahsedeceğim sizlere. Özellikle sosyal paylaşım sitelerinde oldukça beğenilen ve paylaşılan bir fotoğraf kendisi. Hem de hakkında hiçbir şey bilinmese bile...

 Genel olarak V-J Day (Victory over Japon Day) ismi ile yayınlanan bu fotoğraf V Day, The Kiss isimleri ile de anılıyor. Amerika’daki New York şehrinde bulunan ünlü Times Meydanı‘nda, fotoğrafçı Alfred Eisenstaedt tarafından 14 Ağustos 1945 tarihinde çekilmiştir ve 27 Ağustos 1945 tarihli Life dergisinde yayınlanmıştır.

 Savaş sonrası ülkesine dönen Amerikalı askerin bir hemşireyi öptüğü o fotoğraf 2. Dünya Savaşı'nın bitişini simgeleyen en ünlü sembollerinden biri...

 Fotoğrafta yer alan çift George Mendonsa ve Greta Zimmer Friedman. Fotoğrafın çekildiği o ana kadar birbirlerini tanımıyorlarmış. Bu fotoğrafın çekileceğinden ve II. Dünya Savaşı’nın bitişinin sembollerinden biri olarak kabul edileceklerinden haberleri de yokmuş haliyle...


 Greta Zimmer Friedman olayı şu sözlerle anlatıyor:

 “Doctor’s Hastanesi’nde bir hemşire olarak çalışıyordum. Bir arkadaşım II. Dünya Savaşı’nın sona erdiğini söyledi. Kutlamalar için Times Meydanı’na gittik. Caddede yürüdüğümüz sırada, bir denizci koşarak yanıma yaklaştı ve öptü. Karşı koymama rağmen kurtulamadım.

 George Mendonsa ise olayı şu sözlerle anlatıyor:

 “Şu an eşim, o zaman sevgilim olan Rita Petry ile beraber dolaşıyorduk. Birden beyazlar içerisinde bir hemşire gördüm. Alkol almış olmamın da etkisi ile o zaman sevgilim olan Rita’yı bırakarak bu hemşireyi yakaladım ve onu dudaklarından öptüm. Aslına bakılırsa resmi ilk gördüğümde o anı hatırlamakta bile zorlanmıştım."

 Asker ve hemşirenin kendi fotoğrafları da burada...


 George Mendonsa’nın eşi Rita Petry ise düşüncelerini şu sözlerle dile getiriyor:

 “Şavaşın bitmesine son derece sevinmiştik. George, o hemşireyi öptüğünde gerçekten bir şey hissetmedim. Belki George nişanlım ya da kocam olmuş olsaydı o zamanlarda, daha farklı hissedebilirdim. Ancak şu bir gerçek ki George hiçbir zaman beni böyle öpmedi."

 Fotoğraf; bir yüzlü parlak, kalın kağıda basılan görüntü değildir sadece, her fotoğrafın kendi hikayesi vardır. Bir sonraki hikayeye...

18 Aralık 2015 Cuma

HALBUKİ HAYATTAYIZ HEPİMİZ

 Neymiş #ofotografinhikayesi: 

 Melih Cevdet'ten yine bir şiir ve fotoğraf. Bu sefer fotoğrafta kendisi de var. Yanında da Oktay Rıfat, Orhan Veli ve Şinasi...Fotoğraf, zamanının iklimine uygun; sonbahar tozuna bulanmış sarımsı bir bulut gibi havada asılı kalmış sanki. Melih Cevdet'in böyle hissetmesine neden olan o 'sarı keder'in sebebi neydi sahiden? Herkes hayattaydı ama bir gün olamayacaklardı. Belki şair, o anın ölümsüzlüğünü kendine ve sonrakilere hatırlatmak istiyordu. Ya da sadece edebiyata hediye etmek istemişti.
 İşte o fotoğraf ve Melih Cevdet'in dizeleri:

FOTOĞRAF 

 Dört kişi parkta çektirmişiz;
 Ben, Oktay, Orhan; bir de Şinasi. 
Anlaşılan Sonbahar;
 Kimimiz paltolu, kimimiz ceketli;
 Yapraksız arkamızdaki ağaçlar. 
Henüz babası ölmemiş Oktay’ın, 
Ben bıyıksızım, 
Orhan Süleyman Efendi’yi tanımamış. 
Lakin ben hiç böyle mahzun olmadım. 
Ölümü hatırlatan ne var bu resimde? 
Halbuki hayattayız hepimiz


 Fotoğraf; bir yüzlü parlak, kalın kağıda basılan görüntü değildir sadece, her fotoğrafın kendi hikayesi vardır. Bir sonraki hikayeye...

14 Aralık 2015 Pazartesi

BİR İDAM, BİR FOTOĞRAF, BİR ŞİİR

 Neymiş #ofotografinhikayesi :

 Julius ve Ethel Rosenberg, 19 Haziran 1953'te, New York'ta, casusluk nedeni ile idam edilen ilk ABD yurttaşları oldular. Suçlu olup olmadıkları uzun süre süre tartışıldı. Bugün idamları McCarhty döneminin baskıcı havasına yorulmaktadır. Şair Melih Cevdet Anday, "Anı" isimli şiirini Rosenberg'lere ithafen yazmıştır: 

 ANI
 Bir çift güvercin havalansa
 Yanık yanık koksa karanfil 
Değil bu anılacak şey değil 
Apansız geliyor aklıma

 Nerdeyse gün doğacaktı 
Herkes gibi kalkacaktınız 
Belki daha uykunuz da vardı 
Geceniz geliyor aklıma 

 Sevdiğim çiçek adları gibi 
Sevdiğim sokak adları gibi 
Butun sevdiklerimin adları gibi 
Adiniz geliyor aklıma 

 Rahat döşeklerin utanması bundan 
Öpüşürken o dalgınlık bundan 
Tel orgunun deliğinde buluşan 
Parmaklarınız geliyor aklıma 

 Nice aşklar arkadaşlıklar gördüm 
Kahramanlıklar okudum tarihte
 Cağımıza yakışan vakur, sade
 Davranışınız geliyor aklıma

 Bir çift güvercin havalansa 
Yanık yanık koksa karanfil 
Değil, unutulur şey değil 
Çaresiz geliyor aklıma



 Fotoğraf; bir yüzlü parlak, kalın kağıda basılan görüntü değildir sadece, her fotoğrafın kendi hikayesi vardır. Bir sonraki hikayeye...

6 Aralık 2015 Pazar

DİZİLİ KORKU

Neymiş #ofotografinhikayesi :

 Evet arkadaşlar, Gezi olaylarında simge haline gelmiş fotoğraflar arasından bende en merak uyandıranlardan bir tanesiydi bu. Ben de hikayesini öğrenip sizinle paylaşmak istedim. Buyurun bakalım...

 17.06.2013 tarihinde Gezi'nin 18. gününde Kızılay'da çekildi bu fotoğraf. Gezi eylemlerinin sürdüğü bir anda öğle saatlerinde meydanın etrafında insanlar toplanmış, polisler eylem yapmalarına izin vermiyordu. Su ve gazla dağıtmaya çalışıyorlardı. Bir tarafta gruplar dağılırken başka tarafta gruplar toplanmaya başlıyordu. O gün Ankara'da Gezi olaylarında vurulan Ethem Sarısülük'ün cenazesi kaldırılacaktı. Yakınları Ethem Sarısülük'ün cenazesine Kızılay'da vurulduğu yere getirip tören düzenleyeceklerini duyurdu. O gün eylemciler Kızılay'da Ethem Sarısülük'ün vurulduğu yerde toplandı. Polis cenazenin Kızılay'a gelmesini engelledi. Toplanan kalabalığın da dağılmasını istedi. Kalabalık dağılmayınca polis gaz ve suyla müdahale etti. Bu gruptaki arkadaşlar ise Kızılay'da alışveriş merkezinin önünde elektrik direği ya da pano gibi bir şeyin önündeydi. Fotoğrafı çeken Adem Altan o kareyi şöyle anlatıyor :

 "TOMA'lar su sıkarken onların nasıl toplandıklarını görmedim ama o şekilde dizildikten sonra gördüm. Onların mesafesi de bana 100-150 metre uzaklıktaydı. Yaklaşamadım, eğer yaklaşırsam dağılabileceklerini düşündüm. Bulunduğum yerde fotoğraf çekmeye başladım. Bir yandan da su sıkılıyor ve saklandıkları yer çok küçük olduğu için biri bayrağı kafasına siper ediyor, diğeri gazete kağıdı, kitap gibi bir şeyle kendini korumaya çalışıyordu. Birbirlerinin arkasına sıralanmış vaziyetteler. Yaşları da 20 ile 65 arasında değişen insan grubu fotoğraftakiler... Ama bunlar birbirlerini tanımıyorlar, belki eylemlerden birbirlerini görmüş, tanımış olabilirler ama yakın olduklarını düşünmüyorum. Eylemciler fotoğraftaki gibi bir süre bekledikten sonra ayrı arı dağıldılar. Bu sebeple birbirlerini tanımadıklarını düşündüm".


 Fotoğraf; bir yüzlü parlak, kalın kağıda basılan görüntü değildir sadece, her fotoğrafın kendi hikayesi vardır. Bir sonraki hikayeye...

2 Aralık 2015 Çarşamba

ÖLMEME GÜNÜ

Neymiş #ofotografinhikayesi :

 Can Yücel, Edip Cansever, Cemal Süreya, Turgut Uyar, Tomris Uyar, Ömer Uluç, Muhteşem Sünter, Salim Şengil, İsa Çelik, Mehmetcan Köksal ve yıllar içinde sayısız yazar, çizer… Buluşuyorlar, sohbet ediyorlar, rakı içiyorlar. 70′lerin sonunda Rumeli Hisarı Avcı Lokantası’ndalar. Sonra bir kadın geliyor masaya. Kimi tanıdıkları biri olduğunu, kimi çiçek satan bir kadın olduğunu söylüyor. Bir rivayete göre kadının adı Destina. Vücudunda bir iğne olduğunu ve bulunamadığını, kalbine gitmesi halinde öleceğini anlatıyor. Hemen garsondan bir şişe rakı isteniyor ve masadakiler şişeyi imzalıyorlar. Kadına verip, bir sonraki sene aynı tarihte yanı 26 Mart’ta getirmesini istiyorlar. Yıllar ilerledikçe ve bir sene önceki rakı şişesi geldikçe o tarih “Ölmeme Günü” oluveriyor. Yıllar yılları kovalıyor, her yıl 26 Mart’ta buluşuluyor.

 Son ölmeme günü 22 Mart 1985′de kutlanıyor. O yılın 22 Ağustos’unda Turgut Uyar ölüyor.

“Ertesi gün için bir şey diyemem ama, rakı içtiğin gün ölmezsin…”

 Cemal Süreya


 Fotoğraf; bir yüzü parlak, kalın kağıda basılan görüntü değildir sadece, her fotoğrafın kendi hikayesi vardır. Bir sonraki hikayeye...